Crete.

İnsanın göbeğine oturan yaşlı bir ağaç gibi köklerini derine doğru saldıkça bir yere gitmesini imkansız hale getiren sıkıntı, sıradan bir günün içerisinde gizlendiği takdirde en tehlikeli yüzlerinden birini sergiler : sıradanlık.

Sizi en çok korkutan dünya ötesi imgelemlerin gölgesinde yaşar, her geçen günle birlikte yaşlanmaya, ölüme, yalnızlığa, amaçsızlığa, unutulmaya biraz daha yaklaştığınızı hisserdersiniz belki ama bunlar içinde bulunduğunuz ve tüm krokuların toplamından daha büyük bir illet olan can sıkıntısının bozuk bir zeminden yansıması sonucu oluşan hayallerden başka bir şey değildir. Size ait olan herşeyin sizden uzaklaşmasından öyle çok korkarsınız ki sizin kim olduğunuzu temin eden en önemli hayatl elementinizin gözlerinizin önünde bir yaz çiçeği gibi ezilmesini, toza dönüşmesini fark etmezsiniz bile. Canınız sıkılır, siz geçsin diye beklersiniz ve o şarapnel birazcık daha derine iner. Ağaç daha derine kök salar, orada kendsiine başka yoldaşlar bularak.

Güneşe doğru her bakışında insanın gözü çok derinlere gömdüğü ve varlığını inkar edebilmek için ömrünün yarısından çoğunu anlamsız jestlerle harcamasına neden olan kötülüğün canı yandığı için acır aslında, çok saçma göründüğü için asla bilimsel olarak ispatlanmayacak; ama hayatları hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlar tarafından da kolaylıkla kabul edilebilecek denli sığ bir gerçektir bu. Siz ve üzerine örtebilmek için bebeklerin saçlarını okşadığınız, ayakkabı altına yapışmış bir sakızdan daha fazla karaktere sahip olmayan insanlara değer verdiğiniz, sizi tüm dünyaya iyi davranırmış gibi yapmak zorunda bırakan kötülüğünüz, yürüdüğünüz yolların üzerinde gümüşten bir çalıyla izlerinizi yoketmeye çalıştıkça can sıkıntısına mahkumsunuz demektir.

Büyük laflar etmez, süslü kelimelerle konuşmazsınız; suskunluğunuzun tüm dünyaya diz çöktürmeye hevesli bir mızrakçı olduğunu belki fark eder, mütemadiyen de bunu hisseder ama bir türlü adını koyamazsınz. Küçük laflar küçük insanlara göredir evet, bunu kendi kendinize tekrarladıkça yerde boylu boyunca uzanan , üzerinde güneşte kavrulmuş ölü sineklerin ve içi çürümüş boş boynuzların boylu boyunca yattığı gölgenizi daha uzun gösterebilmek için yere doğru yaklaşan güneşle birlikte çömelir durursunuz.

Sıkıntıyla yüzünde yeni yeni varlığını ispat eden sivilceyi kaşıyan adam tahammülsüzlüğünü çok belli eden bir ses tonuyla "Mızrakçı demiştin?" diye ekledi. Yeni taşlanmış bir pantalon kumaşı kadar soluk olan mavi gözleri bu sohbetin bir an önce sonuna gelebilmek için çok şeyden vazgeçebilirmiş gibi görünüyordu.

"Mızrakçı" diye sözünün namusunu kurtarmaya çalıştı Keçi, gözünün önüne getir, tümü çok yakın arkadaşlardan oluşan bir savaş alanında kan gövdeyi götürüyor. Herkesin birbirine söyleyeceği sözler, ispatlayacağı gerçekler, doyuracağı egolar var. Bir anda sana doğru tüm gücüylek oşmaya başlayan bir dostunu görüyorsun : Cesetlerin üzerinden zıplayarak yaklaşırken hızlıca heybesini açıyor ve özensizce avucunda dizmeye çalıştığı sözcükleri sana doğru fırlatmaya başlıyor : Bayat sözcükler, sıradan sözcükler, belki de de gayet normal, belli bir standardı yakalamış sözcükler. Bunun çok da önemi yok, yüzünü güneşe dönersen gözlerin kamaşır; kıçını dönersen de gölgeden başka bir şey görmezsin. Bu da öyle, sen karşındakinin yüzüne doğru saçmalayacağını hissediyorsan seni aksine ikna etmesi çok zordur. Her neyse, dostun sana doğru sözcükler fırlatırken mızrakçı aniden yerden biter, daha sen ağzını açmadan elindeki mızrağı o çok sevdiğin kendine güvenininin ağzıdnan sokar, içeride çok bir direnişle karşılaşmadan tüm mütevaziliğini kan ve et yığınına çevirerek kibrinin yüzüne derin bir çizgi çeker.

Herhalde bir böcek ısırığı bu diye düşündü adam, bir taraftan hala sivilceyi kaşırken kendisini yüzünde ikinci bir burun kadar büyük bir tepecik ile hayal ediyor ;bir yandan da karşısında ağzındaki otları her yere saçarak ona insanlık hakkında kısa yollar izah eden keçiyi dinlemeye çalışıyordu.

Ve susarsın dedi Keçi, yediği otların arasına -her nasılsa- karışmış bir kemik parçasını tükürerek. Susarsın, yaralanan egon karşındaki insanın anlattığı şeylerin beş para etmez zırvalar olduğunu haykırarak ilan ederken, kan kaybından ölmek üzere olan sağduyun ikinci bir kalp gibi karnının hemen altında atarken susarsın. Dostun da konu hakkında pek bir şey bilmediğini düşünür, ve o da susar. Tebrikler, elinde binlerce yıllık bir silah bulunan bir orospu çocuğu yüzünden etrafındaki insanlardan birini daha dikkate almamışsındır.

Herhalde ikimizi de güneş çarptı dedi adam, çünkü şu an anlattığın şeylere bizi getiren konunun nasıl başladığına dair en ufak bir fikrim bile yok.

Eskiden Yunanistan güneşi daha da tahammül edilmez durumdaydı dedi Keçi, şu an size şükürler olsun ki her geçen günle birlikte dünya daha az eski dünyaya benziyor. Gözleri arkasından geçen beyaz bir tavşanı farketmedi belki ama o yana doğru eğilen kulakları hala etrafında olan biten herşeyin hakimi olma iddiasını sürdürüyordu. "Bir tavşan geçti, değil mi?" diye sordu adama ve göz kırptı. Adam, bugüne dek dünyada gördüğü en iğrenç şeyin ufak bir tavşana karşı cinsel arzular besleyen bir keçi olduğuna emin oldu.

Bir anda oldu bu.

Daha önce, hatta bir kaç gün önce aynı soruyu sormuş olsalar; yaşanabilecek en iğrenç şeyin gün geçtikçe batmakta olan bu dünyada şekilden şekile girebilen antik bir tanrıyı aramak için Yunana adalarında beline kadar pişik olmak olduğunu söyleyecekti. Zeus demişti yöneticisi, o hayvan düşkünü hergeleyi bulup buraya getirmek ne kadar zor olabilir ki?

"Sana tavşanların nasıl ortaya çıktığını anlatmamı ister misin?" diyerek iğrenç bir şekilde gülümsedi keçi, "Bu noktaya gelebilmeleri için hangi hayvanlarla hangi biçimlerde düzüşmek zorunda kaldığımı bilmek ister misin?" Durmaksızın çenesini oynatmaktan yorulmuş olacak ki etrafında yarım tepe şeklinde dağılmış olan samanların üzerine bıraktı kendisini, keçeleşmiş memelerini güneşe doğru çevirip ağzını açtı. Tek gözüyle karşısındaki adama bakıyor, boynuzlarının toprak üzerinde bıraktığı izleri yere değmekte olan diliyle çamurdan küçük vadilere çeviriyordu.

"Bir saniye için bu konuyu bir kenara koyalım" diye aksice cevapladı adam, bir anlığına insanoğlunun binlerce yıldır türlü şekillerde faydalandığı ama çok da sıkı fıkı olmayı tercih etmediği bir hayvanla bitmek tükenmek bilmeyen bir tartışma içine girdiğini astral bedeniyle kendisini yukarıdan izliyormuşcasına hissetti. 

"Benim neden burada olduğumu biliyor olmalısın. Vaktiyle kurulmuş ve zembereğindeki tüm julleri harcadığı için paslanmayı seve seve kabullenmiş eski bir saat değilsin sen, böylesine kenara çekilip olan biten herşeyi izlemen bize garip geliyor."

"Siz kimsiniz?" 

"Biz, insanlığın geri kalanı."

"Tüm insanlık adına konuşmak istediğinden emin misin, çünkü bunu bir kaç gün sürdürmek istesen bile ağzının içinde çıkacak siğillerin ne kadar çok olacağı seni hayrete düşürecektir. Daha sonra seni buralarda siğil iyileştirici kurbağaların peşinde koşarken görmek istemem, o hayvanlar beni hiç azdırmıyorlar."

"Kim adına konuştuğumun da çok önemi yok aslında, kendi fikirlerimi söylemem de yeterli olacaktır. Anlayamadığım şu: bir zamanlar dünyanın ufak bir kısmını hakimiyetin altında tutmuş olan önemli bir figür oldun; bir mit, insanların gündüz dua edip geceleri kapılarını sıkı sıkıya kilitlemelerini, eşlerini, hayvanlarını korumacı gözlerle sürekli takip etmelerini zorunlu kılan bir baskı simgesi. Bir tiran, elektrikten kırbaçları olan bir efendi, bir derebeyi, her köyden bir bakire talep eden bir imparator. Babadan çok köşe başında dikilen tecavüzcüyü andırıyordun insanlarına belki ama, bu tarihe geçmeni engelleyemedi. Ne oldu da buradasın, neden böyle saklanmayı tercih ettin?" Çok da saklanmıyor aslında diye düşündü Keçinin güneşlendirdiği memelerine bakarken, gördüğüm kadarıyla herşeyini ortalığa sermekten pek keyif alıyor. 


"Babamla aramda çok da hoş şeyler geçmediğini biliyor olmalısın, bu binlerce yıldır insanların hep heyecanla dinledikleri bir öykü oldu. Günümüz çocukları babaları tarafından yutulmaktan son anda kurtulmanın nasıl travmalara yol açacağını düşünemeyecek kadar kırılgan tabii ki, bu yüzden hikayenin asıl anlatmak istediği noktayı kaçırıyorlar. Benim günlerimden bugüne çok şey değişti, insanlar artık babalarını aşmak zorunda değiller, aslına bakarsan yutulmaktan kaçmak bile bir zorunluluk değil. İlginç doğum kontrol yöntemleriniz var, biz bunu sağlayabilmek için daha kesin çözümler bulmak zorunda kalıyorduk." 


Adam bağırsaklarının tamamına yayılmış bir yumak kendisini yuvarlayarak midesinde toparlanmış ve gırtlağına doğru harekete geçmiş gibi kasıldı, bu kusma isteğinin sebebinin güneş mi, Atina'da yediği o acaip şerbetli tatlılar mı yoksa karşısındaki ahlak yoksunu Keçi mi, emin olamadı. İstemsizce yüzündeki sivilceye dokundu tekrar, aklına onun bir sivilce değil de bir koza olabileceği ihtimali gelince midesindek yumrunun bu sefer kalın bağırsağına doğru harekete geçtiğini hissetti. Ot yığınlarının yanındaki küçük yuvarlak dışkılardan oluşan yığınlara baktığında Keçinin kendisini tutmak gibi medeni problemlerden azad bir hayat sürdüğünü düşünüp içinden küfretti. 

0

Ömrü rehincilerde geçen Dostoyevski Raskolnikov'a yaşlı kadını öldürttüğünden beri aynı hikaye; yazar-çizer takımının ömrü neye cesaret edemediyse onu anlatarak geçiyor.